Bizim Zamanlarımız
Neden böyle bir blog var?
Bir insanın anavatanı çocukluğudur.
- EpictetusNazım Hikmet, eski bir çocukluk arkadaşını görür. Gözlerinin, aynı çocukluğunda olduğu gibi baktığını söyler ve şöyle ekler: "İnsan yaşlandıkça, çocuk ruhu tüm bedenden çekilse de en son gözlerde kalır. Gözlerinde bile çocukluğunu taşıyamayan insanlara gerçekten acımak gerekir."
Burada yazdıklarım, benim çocukluk yıllarımla ilgili şeyler. Öyküler yazamıyorum. Zaten bunu hakkıyla yapan bir sürü güzel yazarın, bir sürü güzel kitabı var. Onlardan da yeri geldiğinde bahsedeceğim. Burada anlatacaklarım, o yıllar boyunca öylesine durup şahitlik yaptığım sıradan şeylere dair.
Zonguldak Akademi Lojmanları 1980
Alt sırada soldan ikinciyim, 9 yaşındayım
Zonguldak Akademi Lojmanları 1981
Kenan Evren ve ekibi, akademiye o yıl apar topar yapılan helikopter alanına inmişti. Resmi ben çektim.
Çocukluğumda büyüklerimiz, "bizim zamanlarımızda" diye başlayarak o eski güzel günleri anlatırlardı. Günün birinde benim de bu cümleleri kuracağımı hiç tahmin edemezdim. Aslında çok haklılarmış. Eski zamanlar, bizim zamanlarımızdan daha güzelmiş.
Aynı şekilde, bizim zamanlarımız da bu yaşadığımız zamanlardan daha güzeldi. Bu sadece orta yaşa doğru yol alan bir adamın öykünmesi değil, olan biteni gözlemleyebilen birinin içten gözlemi.
Bizim Zamanlarımız dediğim şey; 1970'lerin ortalarından başlayan ve 1980'lerin sonlarına kadar giden, benim çocukluğumun geçtiği o yıllardır. 12 Eylül darbesi, etkisini yıllar içinde gösterdiği için, 1980'ler çoğunlukla birtakım şeylerin nispeten bozulmadan kaldığı yıllar oldu. Sonra her şey tepetaklak gitti.
Elbette değişim kaçınılmaz bir gerçek. Her şey gibi, Türkiye de çoğu zaman iyi yöne olmasa da hızla değişiyor. 12 Eylül'de başlayan çürüme, 2000'lerin başından sonra çok daha hızlanarak arttı.
Etrafımda neler olduğununun farkına vardığım 1970'lerin ortasında, Türkiye çok farklı bir ülkeydi. Gurur duyduğumuz bir ülkemiz vardı. Atatürk'ün yolunu gösterdiği gibi, muasır medeniyetler seviyesine adım adım çıktığımızı düşünüyorduk.
Televizyon yaygınlaşmaya başlamıştı ve capcanlı bir dünyaya bağlı olarak yaşıyorduk. Ülkemiz dünyada kendine yeten birkaç ülkeden biriydi, üç tarafımız denizlerle çevriliydi, eşsiz bir tarihsel ve kültürel hazinemiz vardı. Tüm dünya bizi kıskanıyordu.
Bunun gerçekte tam olarak böyle olmadığını sonraları öğrendim. Ülkedeki herkes Atatürk'ü sevmiyordu. Muasır medeniyetler düzeyine çıkmayı istemeyenler, bunu başka yollarla yapmak isteyenler de vardı. Ülkede Türkler dışında etnik gruplar da vardı ve bu grupları yıllar boyunca dışlamıştık. Daha da beteri, çok sevdiğimiz Cumhuriyet, aslında bu topraklardan 1915'te temizlenmiş milyonlarca insanın hayaletleri üzerine kurulmuştu.
Küçük kız Ayça
Eurovizyon Türkiye elemelerinde yaşıtımız Ayça'yı, yarı kıskanarak, yarı aşık olarak izlemiştik
Sultan-ı Yegah
Her dinlediğimde 1981 yazına gittiğim o büyülü şarkı
Kurulduğundan beri aslında, hiç çatışmanın ve çekişmelerin bitmediği bu ülke, bizim zamanlarımızda da kaynıyordu. Biz çocuk olduğumuz için o acıların çoğundan habersizdik. Ben, o zamanların büyük bölümünü, nispeten sakin bir yer olan Zonguldak'ta geçirdiğim için bir kat daha habersizdim. Ama büyüyünce öğrendiğim gibi; her ne kadar dikensiz gül bahçesi olmasa da o zamanın Türkiyesi, bugünküne oranla çok daha yaşanılası bir yermiş.
Bugün elimizdeki olanaklar daha fazla. Yollarımız, binalarımız, televizyonlarımız, bilgisayarlarımız var. Hastanelerimiz çok daha temiz, stadyumlarımız yemyeşil çim kaplı ve gece maçı yapılabiliyor.
Ama 12 Eylül'le başlayan, Özal'la devam eden ve sonra bayrağı başkalarının devraldığı politikalar, pek çok şeyi çürüttü ve bugünkü noktaya geldik. Herkesin sadece ve sadece kendini kurtarmaya odaklandığı, para ile elde edilen değerlerin en makbul değerler olduğu bir topluma dönüştük. Oğlumun anaokulunun müdürünün de dediği gibi, velilerin çoğu için dünyada sadece kendi çocukları var ve diğer çocukların çöp kadar değeri yok.
Burada yazılanlar, güzel zamanların son demlerinde, eski Türkiye'de benim yaşadığım zaman dilimi hakkındadır.
Her dönemin, hatırlanmaya değer, bugüne de yardımcı olabilecek unsurları var. Sözgelimi, bizim zamanlarımızda çizgi romanların siyah beyaz olması, hayal gücümüzü çok geliştirmişti. Kağıt üzerinde siyah beyaz gördüğümüz şeyler, hepimizin zihninde farklı renklerle hayat buluyordu.
Aynı şekilde, bilgisayar oyunlarının piksel piksel ekranları, bizim hayal dünyamızda bambaşka şekilde canlanıyordu. Zamanında teknik imkansızlık yüzünden oluşmuş bu görüntüler, günümüzde pixel art olarak yeniden canlandı ve insanlar bunun değerinin farkına vardılar.
Bizim zamanlarımızda kalan, hatırlanmaya değer, kaydını tutmaya değer şeyleri yazacağım. Değerli oldukları için ve bugün bir yerine koyacak bir şey henüz bulamadığımız için.
Milliyet Çocuk
Dünyaya açılan kapımızdı